Içeriden

Hepimizin aklından geçenler, director's cut.

babam öğretmen. kültürlü de bi’ adamdır.
her gün gazetesini okuyan, arada bir kitap okurken gördüğün babalardan.

mona lisa'yı bilir, louvre'u da bilir, ama fazlası yok.

melo seramik'i kazandığında babamı aradım.
'melo da seramiği kazandı, izmir'e gidicek.' gibisinden bi' muhabbet.

orda anladım ki,
seramik diyince babamın bile aklına FAYANS geliyor.

f a y a n s.

işte seramik, 
türkiye'de bu halde.

gsf’den mezun olan genç bir seramik sanatçısı (adayı)
o tozpembe dünya’dan çıkıyor,
ve bir anda gerçeklerle baş başa kalıyor.

şimdi n’apıcak?

bir atölyede çalışmaya başlayabilir.
insanüstü tempoda,
insanaltı şartlarda.

sırtını sağlam bir duvara dayamak istiyorsa,
bir fabrikada karo tasarlayabilir ya da.

ama mutlu olur mu?
kim bilir.

kendi hikayesini yazabilir mi?
kim bilir.

ha,
seramik karo konusunda çok iyiyiz,
okey.

dünya'da ilk üçteyiz,
okey. 

peki,

‘fayans’tan başka bir şey yapmak isteyen
genç bir seramik sanatçısı,
fabrikaları olmadan
kendi hikayesini nasıl gerçekleştirebilir?

doğru düzgün bir fırın otuz kırk bin lira iken,
orta halli bir ailenin çocuğu hayata atılıp
‘sanat sepet’ ile nasıl hayatına devam edebilir?

bir de,
bunca challengeın yanı sıra
özgün üretim yapabilme durumu var tabii.

özgür olmadan özgün olmaya çalışan biri,
ne kadar fark yaratabilir?

hiçbirimiz bilmiyoruz,
ama çabalıyoruz.

başka napabiliriz? 

kızmaktan başka hiçbir şey yapamayız.

kızmak bize ne kazandırır?

hiçbir şey. 

ama biz, 
kimseye kızmayacağız.
kendimize de kızmayacağız.

birlikte,
yepyeni bir yol bulacağız.

seçim vaadi gibi oldu sanki dimi?

zaten sorun da,
çok fazla seçim vaadi duymamız değil mi?

bizim ki öyle ‘okula havuz yaptırıcam.’ tadında bi’ vaad değil ama.

bizimki bi’ kabulleniş.

danimarka’da doğmadık.
öyle dertsiz tasasız,
‘atölyemize çekilelim takılalım’ mümkün değil maalesef bu ülkede.

gidebilen gitti.
gidemeyen de zaten kur böyleyken artık hiç gidemez.

ama bi’ de,
gitmeyi hiç istemeyenler var.

gitse gider,
berlin’de bi’ hayat kurar.
bi daha da huzuru kaçmaz, on numara yaşar.

ama komik olan şu ki,
gidenlerin hepsi twitter’dan türkiye gündemi takip etmiyor mu?

kopamıyor çünkü buradan.

gitmeyen de bu yüzden gitmiyor zaten,

‘berlin ok. ama burdan kopamam.’


burası dünya’nın en güzel yeri,
ama etrafı parmaklıklarla çevrili.



shire’ı düşün.
hobbitiz biz.

burdan güzeli yok,
ama mordor’un gözü üstümüzde.

o yüzüğün o mordor’a gitmesi lazım,
ki parmaklıklardan kurtulalım.

bizi kendi halimize bıraksalar keyfimiz yerinde aslında da,
illa yüzük müzük bi’ dert çıkarıcaklar başımıza.

dünyanın düzeni bu.

hobbitler bunu anladı,
ve işe koyuldu.
ama biraz zaman alıcak.

peki o süre boyunca hobbit napıcak?

shire’ı, dünyanın en güzel hapishanesini,
kendi haline mi bırakıcak?

olmaz.

hobbit bunu yapmaz.

hobbit bişeylerle uğraşmadan duramaz.

hobbit iyidir, hobbit gülümser.
beceriklidir hobbit,
sürekli bi’ meşgale yaratır kendine.

bir hobbit vardır en güzel ekmekleri yapar,
diğer hobbit meydanda gezinerek kaval çalar.
bir hobbit bahçesini süpürürken,
komşu hobbit seramik kaplar yapar.



shire!

dünya’nın en güzel hapishanesi.



konu nereden nerelere geldi dimi?

son bi’ şey daha var.

şimdi biriyle tanışıcaz.

sonra dağılıcaz.

babam öğretmen. kültürlü de bi’ adamdır.
her gün gazetesini okuyan, arada bir kitap okurken gördüğün babalardan.

mona lisa'yı bilir, louvre'u da bilir, ama fazlası yok.

melo seramik'i kazandığında babamı aradım.
'melo da seramiği kazandı, izmir'e gidicek.' gibisinden bi' muhabbet.

orda anladım ki,
seramik diyince babamın bile aklına FAYANS geliyor.

f a y a n s.

işte seramik, 
türkiye'de bu halde.

gsf’den mezun olan genç bir seramik sanatçısı (adayı)
o tozpembe dünya’dan çıkıyor,
ve bir anda gerçeklerle baş başa kalıyor.

şimdi n’apıcak?

bir atölyede çalışmaya başlayabilir.
insanüstü tempoda,
insanaltı şartlarda.

sırtını sağlam bir duvara dayamak istiyorsa,
bir fabrikada karo tasarlayabilir ya da.

ama mutlu olur mu?
kim bilir.

kendi hikayesini yazabilir mi?
kim bilir.

ha,
seramik karo konusunda çok iyiyiz,
okey.

dünya'da ilk üçteyiz,
okey. 

peki,

‘fayans’tan başka bir şey yapmak isteyen
genç bir seramik sanatçısı,
fabrikaları olmadan
kendi hikayesini nasıl gerçekleştirebilir?

doğru düzgün bir fırın otuz kırk bin lira iken,
orta halli bir ailenin çocuğu hayata atılıp
‘sanat sepet’ ile nasıl hayatına devam edebilir?

bir de,
bunca challengeın yanı sıra
özgün üretim yapabilme durumu var tabii.

özgür olmadan özgün olmaya çalışan biri,
ne kadar fark yaratabilir?

hiçbirimiz bilmiyoruz,
ama çabalıyoruz.

başka napabiliriz? 

kızmaktan başka hiçbir şey yapamayız.

kızmak bize ne kazandırır?

hiçbir şey. 

ama biz, 
kimseye kızmayacağız.
kendimize de kızmayacağız.

birlikte,
yepyeni bir yol bulacağız.

seçim vaadi gibi oldu sanki dimi?

zaten sorun da,
çok fazla seçim vaadi duymamız değil mi?

bizim ki öyle ‘okula havuz yaptırıcam.’ tadında bi’ vaad değil ama.

bizimki bi’ kabulleniş.

danimarka’da doğmadık.
öyle dertsiz tasasız,
‘atölyemize çekilelim takılalım’ mümkün değil maalesef bu ülkede.

gidebilen gitti.
gidemeyen de zaten kur böyleyken artık hiç gidemez.

ama bi’ de,
gitmeyi hiç istemeyenler var.

gitse gider,
berlin’de bi’ hayat kurar.
bi daha da huzuru kaçmaz, on numara yaşar.

ama komik olan şu ki,
gidenlerin hepsi twitter’dan türkiye gündemi takip etmiyor mu?

kopamıyor çünkü buradan.

gitmeyen de bu yüzden gitmiyor zaten,

‘berlin ok. ama burdan kopamam.’


burası dünya’nın en güzel yeri,
ama etrafı parmaklıklarla çevrili.



shire’ı düşün.
hobbitiz biz.

burdan güzeli yok,
ama mordor’un gözü üstümüzde.

o yüzüğün o mordor’a gitmesi lazım,
ki parmaklıklardan kurtulalım.

bizi kendi halimize bıraksalar keyfimiz yerinde aslında da,
illa yüzük müzük bi’ dert çıkarıcaklar başımıza.

dünyanın düzeni bu.

hobbitler bunu anladı,
ve işe koyuldu.
ama biraz zaman alıcak.

peki o süre boyunca hobbit napıcak?

shire’ı, dünyanın en güzel hapishanesini,
kendi haline mi bırakıcak?

olmaz.

hobbit bunu yapmaz.

hobbit bişeylerle uğraşmadan duramaz.

hobbit iyidir, hobbit gülümser.
beceriklidir hobbit,
sürekli bi’ meşgale yaratır kendine.

bir hobbit vardır en güzel ekmekleri yapar,
diğer hobbit meydanda gezinerek kaval çalar.
bir hobbit bahçesini süpürürken,
komşu hobbit seramik kaplar yapar.



shire!

dünya’nın en güzel hapishanesi.



konu nereden nerelere geldi dimi?

son bi’ şey daha var.

şimdi biriyle tanışıcaz.

sonra dağılıcaz.

Frank Thiess

1890 - 1977


frank abimiz nazi almanyasında yaşayan genç bir yazar.

‘bıçkın delikanlı’ derler ya hani,
işte onun alman şubesi.

bilgisiyle, kültürüyle, sert çıkışlarıyla ortamlarda bilinen birisi. arada kafa açtığı da oluyor anladığım kadarıyla ama,
fikrinin arkasında duran birisi.

kırk elli yaşlarına kadar böyle takılıyor.
sonra almanya hitler ile tanışınca, işler değişiyor.

ölmemek için ülkeden kaçan akademisyenler,
‘tadımız kaçmasın abi’ diye giden sanatçılar,
ve çaresizce susup, başını eğerek hayatına devam eden aydınlar.

frank’ın çevresi işte bu hale geliyor.
kaçaklar ve tutsaklar.

ama frank bunlardan hiçbiri değil.

frank gidemiyor,
içine sinmiyor,
bedeni bir türlü orayı terkedemiyor.

ama aklı orada değil,
aklı boyun eğmiyor.

‘ben içeriden göçmenim’ diyor.

“kazanamıyorum,
ama kaybetmeyeceğim de.

bunlar bir gün bitecek,
ve birlikte enkazını kaldıracağız.

tamam.

ama, bütün evler yıkıldı diye,
kendi evimi de yıkılmaya terk etmeyeceğim.

kapımın önünü de süpüreceğim,
bahçemi de güzelleştireceğim.

bütün sokaktaki evler yıkılmış olsa da,
bahçemin çiçekleri parlayacak bu gri enkazda.

neden mi?

çünkü,

bi’ yerden başlamak lazım.”


anladığım kadarıyla bu tarz bi konuşma geçmiş yani,
yaşayandan dinlemek ayrı olur tabi.

ha şu da var,
biz yirmi sene sonra çocuklarımıza bugün yaşadıklarımızı anlatarak baya bi’ kafa açıcaz belli ki.

ama onlara ne anlatıcaz?

anlattıklarımızın on numara bi’ finale ihtiyacı var gibi.

frank abimizin filminin güzel bi’ finali var mesela.

almanya kurtuluyor dertten tasadan,
yaralarını sarmaya başlıyor.
kaçan göçen herkes geri geliyor, bi’ şenlik havası.
devlet frank’ın kapısını çalıyor.

‘gutentag üstadım’ diyor,
‘artık bitti. çıkabilirsin evden.’

frank da yıllardır yazıp yazıp sakladığı kitapları birer birer bastırmaya başlıyor.

ve enkazın kaldırıldığı yıllarda birçok alman,
frank’ın kitaplarına tutunuyor.

konu seramikten nerelere geldi, dimi?

aslında,
konu hep seramikti.

Içeriden

Hepimizin aklından geçenler, director's cut.

Bir Aile Hikayesi

Elele soyadının kendisi ile birlikte sona ermesine üzülen

Hatçe'ye torununun aile soyadıyla marka kurması şoku.

Elele soyadının kendisi ile birlikte sona ermesine üzülen Hatçe'ye torununun aile soyadıyla marka kurması şoku.

© 2024, elelexelele